“Bir Küçük Resim” (Tahsin Yücel): Öykü İncelemesi

Yazar: Emrah Günok | Felsefeci

 Tahsin Yücel, 1954 yılında Varlık Yayınevi tarafından yayınlanan ilk öykü kitabı Uçan Daireler’i takiben, 1955 senesinde Haney Yaşamalı adlı derlemeyi tamamlar. Bu kitap 1956 yılında Sait Faik Hikaye Armağanı’na layık görülecek, edebiyat kuramı ve göstergebilim çalışmalarıyla tanınan bu akademisyenin edebi dehadan da mahrum olmadığını açıklıkla ortaya koyacaktır.

L’Imaginaire de Berbanos başlıklı doktora tezini Paris’te tamamlayan yazar edebi ve kuramsal üretimini büyük ölçüde yapısalcı düşüncenin etkisi altında sürdürür. Yaptığı çevirilerde her ne kadar öztürkçeciliğin dozunu bir parça kaçırsa da, kendi ana dilinde ortaya koyduğu edebi yapıtlar hem gerçek bir sanatçının geniş hayal gücüyle, hem de özenli bir üreticinin dilsel zanaatkarlığıyla buluşmamıza vesile olur.

İçindekiler

Tekrarlanan Diziler Sayesinde Öyküyü Yapıya Dönüştürmek

Kitabın içinde yer alan öyküler tekrarlı sekanslar içinde üretilen yapısal işlevleri keşfetmeyi gerektiren birer bilmece hüviyetine sahiptirler. Söz konusu öyküler bu anlamıyla bir ortaklık içermektedirler, ama okumayı tamamladıktan sonra benim hakkında yazmaya karar verdiğim öykü içsel yapısının matematiksel kurulumunun bariz olmasından dolayı “Bir Küçük Resim”dir. Yücel her ne kadar “kurgusunu bulmuş” olarak nitelediği, bu anlamıyla da içine gerçek anlamıyla sindirebilmiş olduğunu beyan ettiği öyküler arasında adını saymamış olsa da, onun yapısalcılıkla bağını en berrak şekilde dışa vurduğunu düşündüğüm “Bir Küçük Resim” benim ilgi odağıma yerleşmeyi başarmıştır.

Silik bir adam olan okul müdürü Zekeriya Bey öldüğünde arkasında vefatına içtenlikle üzülen, gözü yaşlı bir çekirdek aile bırakmayı dahi başaramamıştır. Müteveffanın ardından onun eşyalarını toparlayan kızları cüzdanının içinde pornografik bir fotoğraf bulup şaşırırlar. Adamın onların nezdinde hiçbir zaman sahip olamadığı itibara rağmen rakı sofrasında attığı ahlaki nutukları akıllarından geçiren karısı ve çocukları, buldukları fotoğrafın da etkisiyle olacak, ölünün hatırasını bir an önce akıllarından çıkartmak istermiş gibi bir tavır takınırlar. Ne var ki durum göründüğü kadar basit değildir; fotoğrafın bir hikayesi vardır.

Onu okula getiren, yine okul müdürü Zekeriya Bey’in kendisi gibi silik ve çok göze çarpmayan bir öğrencidir. Arka sıralarda oturup derslere pek alaka göstermeyen, ama yaşadıklarıyla sınıfın geri kalanına da hava atmaktan geri kalmayan “bıyıklılar”dan Oktay Şevket adlı bu silik çocuktan fotoğrafı alırken sınıf öğretmeni Hayrettin Bey tarafından fark edilir. Bu küçük resim önce müdür yardımcısına, sonra müdürün odasına gidecek, en sonunda da soluğu doğruca müdür Zekeriya Bey’in cüzdanında alacaktır. Fotoğraf aile efradının resmi bulup ortaya çıkaracağı güne kadar orada sessiz sedasız beklemeye devam edecektir.

Öykü, karakterlerden birinin eylem birliğine katılan olayların hikayeyi finale taşıdığı klasik bir anlatı kalıbı sergilemekten uzaktır. Hal böyleyken bu küçük öyküyü anlamlandırabilmek adına elde küçük bir resim ve onun küçük yolculuğundan başka bir şey olmadığını görebilmek çok önemlidir. Ana karakterin eylem birliğine dayalı klasik olay örgüsü yerini daha kavramsal bir belirlenimi dışa vuracak olan birlikli bir yapının içsel işleyişine bırakır. Söz konusu işleyişin nasıl çalışır hale geldiğini kavramak ise, öyküyü meydana getiren ve farklı karşılaşmaları bir dizinin bileşenleri haline getiren akışın formülüne nüfuz etmekle mümkün olabilir.

Söz konusu formülünse böyle bir resimle karşılaşan farklı bireylerin kim veya ne oldukları ya da verdikleri tepkileri şekle sokan mantık üzerinden türetilmemiş olduğu da gün gibi açıktır. Mesele bu resmin elden ele geçişi sayesinde üretilen şeyin ne olduğu üzerine kafa yormak, bu sayede de öykünün bir yapı olarak ihsas ettirdiği şeyin adını koyabilmektir.

Şimdi yapılacak şey resmin yolculuğunu bir zincir haline getiren halkaları tek tek ele almak, söz konusu zincirlenişin nasıl bir mantıksal yapı üzerinde bina olunduğunu ortaya çıkartmaya çalışmaktır.

Birinci Sekans: İtibar Takası

Üç gün okula uğramasa kimsenin farkında olmayacağı kadar silik bir öğrenci olan Şevket, bir gece önce babasının eşyaları arasından bulup çıkarttığı pornografik bir resimle okula gidince diğerlerinin ilgi odağı olur. Ama onu asıl ilgilendiren arka sıralarda oturup da derslerle zerre kadar ilgilenmeyen, yaşadıklarını aktararak diğerlerinin ağzının suyunu akıtan “bıyıklılar”dır. Bunların bile önderi konumundaki Oktay arka sıradan seslenip de Şevket’ten fotoğrafı isteyince, o güne kadar kimsenin alakasını celbetmemiş olan bu silik varlık ilk kez tanınma ve görülme şerefine nail olmuş olur. Ama postu bu kadar ucuza kaptırmayacak, elindeki malı biraz daha yüksek fiyata satabilmek adına o an aklına gelen ilk planı uygulamaya geçirecektir. Oktay’ın çağrısına bigane kalınca, sınıfta herkesin imrendiği bu alfa figür yerinden kalkıp resmi almak üzere onun yanına gelmek zorunda kalır.

Şimdi Şevket’in istediği tam olarak olmuş, Oktay’ı ayağına getirmekle sınıfın gözündeki itibarını iyiden iyiye arttırmıştır. Ama elinde resim, sırasına dönmekte olan Oktay o an anılarını anlatmakla meşgul olan öğretmen Hayrettin Bey’in dikkatini çekince olanlar olur. Şevket’in ayağına gitmekle zaten itibar kaybına uğramış olan Oktay, bu sefer de elindeki resim yüzünden öğretmenin öfkesine maruz kalırsa yerine geri konulması iyice zorlaşacak olan saygınlığını telafi etmenin hesabını yapar. Bu yüzden de resmi hocaya bir panik görüntüsü altında alelacele götürmektense, kürsüye doğru ağır adımlarla yol aldığı süre boyunca resme bakmaktan vazgeçmemek sayesinde sınıf nazarındaki itibarını korumaya gayret eder.

Resme bakıp da bir iki söz söyledikten sonra onu kitabının arasına koyup olayı büyütmeme yolunu seçen öğretmen Hayrettin Bey Oktay’ın resmi kendisinden ısrarla geri istemesi karşısında bozulur. Resmi tutup öğrenciye geri verse sınıfın gözündeki saygınlığı tehlikeye girecek, Oktay’a karşı aşırı otoriter bir tavır takınsa kendisine yakıştırılan “baba hoca” rolünün gereğini yerine getirmemiş olacaktır.

Bu açmazdan kurtulmanın tek yolu küstahlıkla suçladığı öğrenciyi hakkında tutanak tutup müdür yardımcısına sevk etmek ve bu sayede de üzerindeki ağırlıktan kurtulmaktır. Müstehcen resmi ve özenle doldurduğu tutanağı içine koymak için kendilerinden bir zarf istediği öğrenciler önüne sekiz adet zarf bırakırlar. Söz konusu küçük resim bir an onun da itibarına mal olacakmış gibi olsa da, son anda önüne gelen sekiz zarf sınıfın kendisine duymakta olduğu saygıyı hiçbir şekilde kaybetmediğini onaylayan bir kanıt olarak imdadına yetişir.

Resmin elden ele geçişi Şevket’e hiç sahip olmadığı tanınmak gibi bir ayrıcalığı sağlarken, Oktay’a sonuna kadar sahip olup da bir an kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bıraktığı itibarını geri kazandırır. Öğretmenin eline geçense sınıf nezdinde sahip olduğunu düşündüğü ayrıcalıklı konumun bir kez daha onaylanması sayesinde kapıldığı esenlik duygusudur.

İkinci Sekans: Kıyas ve Kendini Onaylama

Müdür yardımcısı İbrahim Bey’in sınıfta uzun bir yolculuk yapmış olan küçük resim önüne geldiğinde kapıldığı ilk duygu derin bir kıskançlık olur. Fotoğraftaki kadını o adamların ellerinden kurtarsa ve adamlara da bir temiz dayak atabilse ne kadar mutlu olacağını düşünür. Şimdi yapılacak olan Oktay’ı resimle beraber Müdür Zekeriya Bey’in odasına göndermekten başka bir şey değildir.

Ama resimde gördüğü adamların yaşadıklarına karşı beslediği haset ve bu hasede bağlı olarak içinde büyümeye başlayan aşağılanmışlık duygusunu telafi etmenin de bir yolu olmalıdır. Kendi kendine kaybetmeye başladığını hissettiği saygınlığını geri kazanabilmek için seçtiği kurban ise Müdür Zekeriya Bey’den başkası olmayacaktır. Elindeki fotoğrafı duvarında asılı duran yağlı boya resimle kıyaslayan İbrahim Bey hayatın ilkinin hissettirdiği hayvani duygularla ikincinin ihsas ettirdiği manevi yücelme arasında akmak zorunda olduğunu; iş Zekeriya Bey’e kalsa tüm erkeklerin hadım edilmesi gerektiğini aklından geçirerek kendini tatmin eder.

Zamanında işe girmesine önayak olan Zekeriya Bey insanın doğal yanını görmezden gelecek kadar ileri giden bir ahlakçıdan başka bir şey değildir onun gözünde. Sonuçta bir aralık ona şu abartılı lafı söyleyen de o değil midir: “Bilseniz, ne kadar seviniyorum, İbrahim Bey… Benim gibi düşünen, ama benden çok daha güçlü bir arkadaşla çalışmak … Nasıl söyleyeyim … Kulunuz, köleniz olabilirim sizin. Evlenmemişiniz, bir başkasıyla mutluluğa erişilemeyeceğini daha baştan anlamışınız.” Tahsin Yücel’in yarattığı karakterin ağzına ona hiç de yakışmayan böyle aşırı bir lafı vermesi, açtığı itibar döngüsü içine İbrahim Bey’in bu tefekkürünü de katma arzusu olup, dikkatsiz okuyucunun normalde hiçbir anlam vermeden geçebileceği bu sahneyi ısrarla göze sokmaktır. “Kulunuz, köleniz olabilirim sizin” lafı o konumdaki bir adamın herhangi birine söyleyeceği bir söz olmasa da, vurgulanmaya çalışılan anlatısal matematik böyle bir hamleye pekala haklılık kazandırabilir. Bu noktada seriyi tamamlamak hususunda Tahsin Yücel’in işi şansa bırakmak niyetinde olmadığını görmemek hemen hemen imkansızdır. Bize abartılı görünen bu riskli laf, söz konusu aksiyonu gerekli halkaya biraz da zorla dahil edebilmek adına ittirip kaktırmakla eşanlamlıdır.

Pısırığın teki olduğuna hükmettiği Zekeriya Bey’den çalmış olduğu itibarla kendini haklılaştıran İbrahim Bey, karşısında sus pus durmaya karar vermiş olan Oktay’ı yanına katarak müdürün odasına götürecek; resim yarattığı itibar piyasası içinde geçer akçe  olmaya devam ettiği son durağa varmış olacaktır.

Üçüncü Sekans: Tedavülden Kalkma

Resmi eline aldıktan sonra Müdür Zekeriya Bey’in hesaplaşmak için seçtiği kişi öğretmen Hayrettin Bey’dir. Gençliğine rağmen olgun bir insan olması sayesinde öğrenci gözünde kazanmış olduğu itibarlı konum müdürün de gözünden kaçmamış olacak ki, şöyle düşünür: “Hayrettin Bey oğlumuzun öğrencilere gösterdiği ışıklı yol ne olabilir? Ceketi edep yerinin üstünde bir adam nasıl bir yol gösterebilir çocuklara?” Gençlik enerjisini dışa vurmaktan kaçınmasa da belli bir olgunluğa ulaşmış olduğu intibaı yaratan bu genç öğretmenin kendisinde yarattığı kıskançlık duygusunu bertaraf etmeye çalışan Zekeriya Bey, Hayrettin Bey’in insanlara zengin olmayı ve hava atmayı öğretmekle onların önüne pek de ışıklı bir yol açmadığını geçirir aklından. Gençleri aydınlatmak ve onlara doğru yolu göstermek kendisi gibi bilge ve deneyimli bir hocadan başkasının harcı değildir ne de olsa.

Oktay’ı gerisin geri sınıfa gönderip cezasız bıraktıktan sonra Zekeriya Bey’in yaptığı ilk şey resmi cüzdanına yerleştirmek olur. Nedense kıyamamıştır bu küçük fotoğrafı çöpe atmaya. Başta Hayrettin Bey’den çaldığı itibarla içi biraz olsun rahatlamış olsa da, aradan geçen birkaç gün içinde cüzdanına sakladığı küçük hazine içini kemirmeye başlar. İnsani zaafına yenik düşmemeli, resimden kurtulup her günkü yaşantısına geri dönmelidir, ama bunu da yapamaz.

Resim bir daha bakılmamak, gün ışığıyla tekrar buluşmamak üzere adamın cüzdanındaki yerini alıp bir nevi yoklara karışır.

Sonuç: Küçük Bir Öykü Üzerinden Parayı Tanımlamak

Tahsin Yücel’in kaleme almış olduğu “Bir Küçük Resim” başlıklı öykü, olay örgüsüne bakıp da bunun toplumsal dünyaya, ahlaki evrene ve insan doğasına dair ne söylemiş olabileceğini tartışarak anlaşılabilecek bir öykü değildir. Akıldan hiç çıkarılmaması gereken, söz konusu öykünün ana fail konumundaki karakterin eylemlerinden meydana gelen birliğe odaklanmak ve bu birliği yaratan akış içinde akla gelen soruları yanıtlamak sayesinde kavranabilir bir öykü olmadığıdır. İncelemekte olduğumuz öykü kurucu sekansların birbirine karşı konumlandırılıp bir takım işlevlerle teçhiz edilmesi ve bu sekansların birbirine eklemlenmesi sayesinde ortaya çıkan makinenin nasıl çalışabildiğinin farkına varılması sayesinde anlaşılırlık kazanabilir. Kısaca, elimizde zaman akışına tabi olan bir olay örgüsünden ziyade, nasıl çalıştığını yapım planına bakarak keşfetmeye çalışacağımız bir mühendislik harikası vardır.

Yazarın kurduğu bu küçük anlatı evreninde elden ele gezen bu küçük resim paraya karşılık gelirken, söz konusu paranın içinde gezdiği ekonomik zemin içinde tanıma-tanınma alışverişi yapılan bir itibar piyasasıyla özdeşleşir. Bu öyle bir piyasadır ki, içinde alan da memnundur satan da. Resmin müstehcenlik karakteri arz ediyor olmasından kaynaklı suçun sonuçta cezasız kalması, bahsini etmekte olduğumuz piyasanın dengesini sağlayıp resmin çıktığı yolculuğu piyasa benzetmesiyle karşılıyor olmanın altında yatan gerekçeye sarahat kazandırır. Sonuçta dindarın anlam evreninde bile bu dünyadaki varoluşsal performansın ortaya çıkaracağı artı değerin ödemesi öbür tarafta yapılacak değil midir? Öyküye hakim olan cezasızlık atmosferi resmi para, paranın dolaştığı sathı ise piyasa olarak adlandırmanın önünü açar.

Ama her paranın bir ömrü vardır. Para, içinde geçerli olmaya devam ettiği piyasa koşullarının ortadan kalkmasıyla tedavülden kalkar, müzedeki yerini alır. Müdür Zekeriya Bey ununu elemiş, eleğini asmış evli barklı bir adam olduğuna göre de resim onun cüzdanına girmiş, onu para olarak kullanacak olan ihtiyaç sahiplerinin mensup olduğu dünyada çalışmaya devam eden merkez bankasının basacağı yeni banknotlara yer açarak tedavülden kalkmış olur.

Karısı ve çocuklarının resmi bulduklarında babalarıyla dalga geçmelerinin nedeni, ihtiyaç üretemeyecek kadar hayattan uzaklaşmış bir bedenin değiş tokuşa imkan verecek olan bir nesneye sahip olmasındaki gülünçlükten başka bir şey değildir.

Yazar Hakkında:

Emrah Günok

Çileli bir öğrencilik döneminin ardından, 1999 yılında Hacettepe Üniversitesi Maden Muhendisliği bölümünden mezun oldum. Mezuniyeti takiben, 2000 yılında ODTÜ felsefe bölümüne kaydolup, bu bölümden yüksek lisans ve doktora diploması aldım. 2012, yardımcı doçent olarak atandığım Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde göreve basladığım sene oldu. Burada 5 yıl kadar görev yapıp, 2016 yılinda imzaladığım barış bildirisi gerekçe gösterilerek işimden atıldım. Hali hazırda sokak felsefecisi olarak yaşıyor, diğer yandan da görevime döneceğim günü bekliyorum. Evliyim ve Elif Nazlı' nın babasıyım.

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir