18 Mart’ta, uzun süredir CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olarak gündemde olan İstanbul belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diploması iptal edildi. Üniversite diploması olmayanların adaylığını geçersiz kılan yasa maddesi, Recep Tayyip Erdoğan’ı büyük ihtimalle kendisine yenileceği önemli bir rakiple karşı karşıya gelmekten kurtardı. Kendi diplomasını hiç gösterememiş olsa da, bu böyleydi. 19 Mart, İBB’ye ve başkana yönelik terör ve yolsuzluk soruşturmasının başlatıldığı gün oldu. İmamoğlu evinden alınıp bir süre gözaltında tutulduktan sonra mahkeme önüne çıkarıldı. 23 Mart’ta hakkındaki “Kent Uzlaşısı”na bağlı terörle iltisak suçlamaları düşürülse de, mahkeme onun yolsuzluk iddiaları üzerinden tutuklanması gerektiğine hükmetti.
CHP genel başkanı Özgür Özel ilk başta hukuk yolundan ayrılmayacağını ve başkanın beraat etmesi için elinden geleni yapacağını söylemiş olsa da halk sokaklara döküldü. Saraçhane önünde toplanan ve Konya ve Trabzon da dahil olmak üzere pek çok ilin sokaklarını dolduran halk kitlelerinin tepkisi üzerine Özel halka sokağa çıkma çağrısı yapmak durumunda kaldı. Tarih 20 Mart’ı gösteriyordu.
Beni bu yazıdaki edebi tahlili yapmaya sevk eden kaynak ise, 21 Mart’ta Tayyip Erdoğan’ın Özgür Özel’e karşı yaptığı şu açıklama oldu: “CHP Başkanının çağırdığı sokak, unutmayın çıkmaz sokaktır. Özel, belediyeleri talan eden yağmacıların kuyruğuna takılmak yerine çevresindeki akıl ve vicdan sahiplerinin sesine kulak vermeli, sorumlu davranmalıdır” (italikler ‒kime olacak‒ bana aittir).
Van’da bir grup arkadaşımla beraber yapmakta olduğumuz edebiyat toplantılarının sonuncusu işte böyle bir gündemde gerçekleşti. Toplantıya katılmak üzere yola çıkan herkesin aklından muhtemelen Ahmet Kaya’nın Kum Gibi şarkısı geçiyordu:
Şehirlere bombalar yağardı her gece
Biz durmadan sevişirdik
Evet, sevdamız ısındı ve kulaklarımızı dışarıda kopmakta olan gürültüye tıkamayı başardığımız o üç dört saatte fark ettik Kamil Erdem’in yazıya konu olan hikayesinin gündem açısından ne kadar bağlayıcı olduğunu. Biz de onun gibi yaptık ve sözü çıkmaz sokağa bıraktık kendi adına konuşabilsin diye.
Sokağın Dili Olsa da…

Türkiye’nin çalkantılı gündemine birdenbire düşüveren çıkmaz sokağı kişileştirmeyi başarmış olan bu hikayenin o an dikkatlerden kaçması mümkün müydü? 2022’de yayımlanan ve Sait Faik Edebiyat Ödülüne layık görülen Yokyolcu’nun bizler için böyle bir sürpriz barındırdığını fark eder etmez, gruptan da aldığım ilhamla, böyle bir inceleme yazısı döşenmeye karar verdim.
“Çıkmaz Sokak”, bahsini etmekte olduğum derlemenin 31 ile 36. sayfaları arasına sıkıştırılmış küçücük bir hikaye. Erik Satie’nin Gymnopédie’leri gibi minyatür karakterinde.
“Dili olsa da konuşsa” demeye gerek bırakmayan, kişileştirilmiş bir sokak bu. Kendi hikayesini yine kendisi anlatıyor. Üzerinden geçile geçile görünmez hale gelmiş olması, onu hayatına tanıklık ettiği sakinlerinin üzerine, ideal anlatıcı konumuna taşıyor.
Niye bir kedi, bir sokak lambası ya da bir ağaç değil de sokağın kendisi? Soruyoruz kendimize, elindeki ruhu içine zerk etmek için niye mekan içi bir öğeyi, diğerlerinden ayrık duran bir antiteyi değil de bu mekan parçasını seçmiş Kamil Erdem, diye. Bahçede duran mermer masayı seçmiş olsa, hikayenin görüş alanı seçilen varlığın etrafıyla sınırlı kalacak. Dolayısıyla kendisi aktör olmayan, çevresiyle etkileşime girmeyen ve bu sayede de saf gözlemci konumunu koruyan bir varlık gerekiyor Kamil Erdem’e. Yaptığı seçimin gerekçesi bu muhtemelen.
Çıkmaz sokağın çıkan tarafı bir bulvara açılıyor; arabaların ve bungunluğa gömülü yayaların işe yetişme telaşıyla akıntısına kapıldığı bir keşmekeşe. Sorunun yanıtı burada gizli belki de. Çıkmaz sokak geçilen değil, durulan bir mekan. Oysaki biz çoktan unuttuk şehrin herhangi bir noktasında durmanın ne demek olduğunu.
Çıkan sokak, ya da kısaca, sokak, başka sokaklarla kesişip sonunda caddelere ve ana arterlere bağlanan bir hareket alanı demek. Hareketse en nihayetinde paranın hareketi; daha ciddi ifade edecek olursam, ekonomik hareketlilik. Sonuçta oraya da bir yerlerden gelindiğine göre bir tarafıyla çıkan karakteri arz eden çıkmaz sokak, en azından yarı yarıya ekonominin dışında kalıyor. Ne tuhaf!
Şehrin içinde kaza eseri peydah oluvermiş küçük bir köy sanki. İneğini sağ, kümesini kur, her gün aynı yüzlerle karşılaşıp aynı muhabbetleri demleyerek bekleyedur orada. Bırak mesafeleri hayal gücün kat etsin. Mecbur değilsin sürekli olarak yer değiştirmeye. Durmanın da kendine göre bir zevki, bir ilhamı var ne de olsa.
Elbette bir köy değil çıkmaz sokak. Ama yine de, biraz fazla ilerlesen seni benzerleriyle karşılaştıra karşılaştıra başka şehirlere, ve belki de ülke dışına çıkartacak bir şebekenin parçası olmaktan en azından yarı yarıya uzak. Hani adımlarına haddini bildirmesen şehrin göbeğinde mahpus kaldığını düşündürtecek kadar statik, kapalı ve küçük.
Dili olması, konuşması tam da bundan. Kapalı ve küçük oluşu kendini boydan boya görebilmesine izin verdiği için bir tür özfarkındalık geliştirmiş halde bizim sokak. Sesini sakinlerine duyuramasa da, kendi kendisiyle yaptığı konuşmalara kulak misafiri olalım, birlikte duralım olduğumuz yerde diye buyur ediyor bizi yamacına. O bize dönüşüyor, biz de ona.
Yabancılaşmanın Karşı Kutbu, Biricikliğin Kuluçkası
Bu, bir yerlere gitmekten ziyade Semihalara gitmek için kullanılan bir sokak. Ayda yılda bir birileri Semiha’yla Nejat’ı ziyaret edecek olsa, bu sokağın zeminine ancak ayak basılmış oluyor. Yok, sırf Semihaların evine ulaşımı kolaylaştırmak için özel olarak açılmış bir sokak değil bizimkisi. Ne gezer? Onlarınki özel türden bir unutulmuşluk sadece.
İşte tam olarak bu unutulmuşluk, çıkmaz sokağa büyüsünü veren. Ayakları ortadayken perdenin arkasına saklanıp görünmezlik vehmine kapılan çocukların masum gülüşleri boyuyor bu sokağın suretini. Onun hareketsizliğinden ana rahmindeki ceninin huzuru taşıyor.
Bu hareketsizlik bir alışkanlık mekanının ataleti ve dinginliğini yansıtıyor aynı zamanda. Barındırdığı her şey sakinlerinin alışkanlıklarına biçim veriyor. Ama daha da önemlisi, içinde yaşayanların tekrarlanan hareketleri sayesinde kendiliğinden açılmış bir oyuk görünümü arz ediyor bizim sokak. İnsanlar yürüsün diye değil, onlar oradan yürümeyi alışkanlık haline getirdikleri için kendiliğinden açılmış olan kır patikalarıyla kardeş olduğunu fısıldıyor Semiha’nın kulağına.
Demem o ki, çıkmaz sokak, sakinlerinin geride bıraktıkları bir iz gibi; onların varlığıyla bütünleşik. Dünya üzerinde ikinci bir grup insan yok ki tekrarlanan devinimleriyle birebir aynı oyuğu açmış olsunlar çıkmaz sokak sakinlerinin açtığıyla. Aynı anda uyanmak zorunda olan bir yatakhane dolusu insandan en az ikisine ait yatakların çarşafında aynı desenin çıkması kadar imkansız bir şey bu. Bu anlamıyla biriciklik karakteri arz ediyor çıkmaz sokak; avuç içi gibi, parmak izi gibi.
Yapılmış değil, kendiliğinden zuhur edivermiş gibi görünüyor çıkmaz sokak. Planlanmış değil, kaza eseri ortaya çıkmış, bir zaman sonra da düzeltilmeyip unutularak bırakılmış kendi haline.
Kaza yapmanın araba sürmek gibi fiil kategorisi altında sınıflanması gramer kitaplarına özgü bir dil sürçmesi. Yani hata yapmak, kaza yapmak ve yanılmak gibi fiil görünümlülere birer fail atamak sadece dilbilimsel yaklaşıma özgü bir hata. Evet, arabayı sürenden bahsettiğimiz doğallıkla bahsederiz kazayı yapandan da, doğru. Oysaki, kazayı yapan arabayı sürenin eksikliğinden başka bir şey değil. Benzer şekilde hatanın öznesi de negatif bir özne; bir şeyi yapılması gerektiği şekilde yapan öznenin kısmi yokluğu görünümünde. Bu anlamıyla bizim çıkmaz sokağı da bir yokmühendisin inşa etmiş olduğunu söylemekte sakınca yok.
Var olmuş olsaydı sokağı çıkar hale getirecek olan mühendisin dokunuşu, sakinlerinin sokağa dokunuşuna kıyasla bir yabancılık ürpertisi üretir. Bizi mekana uyumlanmaya zorlayacak teknolojik planlamadansa yatakta yanımızdakini hafiften ite ite açtığımız alana benzer çıkmaz sokak. İçinden çıkacağımız yumurtayı çatlatacak ısıyı üreten kuluçkadır adeta. Orada biricikleşir, aynı anda onu da biricikleştiririz.
Elektrikle Aydınlığa Gömülen
Dikilen elektrik direği görünürlüğü azaltıyor çıkmaz sokakta. Görünürlük şehrin hemen her yerinde tam bir aydınlatmaya bağlıyken, çıkmaz sokakta aydınlık ve karanlığın hassas dengesi sayesinde mümkün olabiliyor. Günün başlangıcı ve sonunu sakinlerinin alışkanlığındansa, elektrik direğinin yanması ve sönmesi belirliyor bir zaman sonra. Mekanda kendi açtığı oyuğu mesken bellemiş insanlar, zamanı da kendi devinimleriyle takvimlendirmeye alışıklar oysa. Ahmet Haşim zamanında boşuna hüzne kaptırmamış kendini, varlığı oyarak vakti ortaya çıkaran dikkatin dışarıdan dayatılmış takvime, yani Batı icadı nesnel zamana ayak uydurma yönündeki zavallı çabası karşısında.
Bu anlamıyla Doğu’nun batılılaşma sancısının bir dışavurumu çıkmaz sokak. Zaman geçmez orada, vakit genişler. Zamanın saymaktan usanmadığı boyutsuz anlar boyut kazanıp genişler, amorflaşır sokak çıkmamakta ısrar ettiği müddetçe. Hatta denebilir ki, sokağın çıkmama inadından başka bir şey değildir o bünyede zamanı zamanlaştıran.
Türkiye Öğretmenler Sendikası’na üye kızlarından mektup alan Nejat ve karısı Semiha’dır ceberrut devletin dışarıdan uzanan pençesine düşüveren. Çıkmaz sokağı patlatılıp boşaltılmaya, ana akışa dahil edilmeye muhtaç bir irin olarak görür siyasi elitler. Cemseler Nejat’ı almak için sokağa girdikten sonra Oğuz’un şiirlerine ve ne zaman dikildiğini kimsenin hatırlamadığı söğüde tutunur Selma. Dik duran bir söğüt kalmıştır yine dik durur görünen elektrik direğine nanik yapan. Benzer şekilde, iktidar söyleminin içinde aktığı dilsel caddelere nispet yapar Oğuz’un şiirlerine ördüğü çıkmaz sokak. Çıkmaz sokak nasıl ki zamanı zamansallaştırır, mekanı mekanlaştırır, dili dilleştiren de Oğuz’un yazdığı mısralardır muhtemelen.
Uzun lafın kısası, çıkmaz sokağa ruh üfleyen ona özgü zamanın, yani vaktin terennüm ettiği şiirlerdir. Ve yine bu şiirlerdir iyi tasarlanmış caddelere işlerlik kazandıran zamanın dikte ettiği yavanlaşmış nesre nispet yapan. Ölçülüp biçilmeye direnen varoluşun isyan ezgilerini taşırlar içlerinde. Bu anlamıyla eli kulağındaki ayaklanmanın hazırlandığı karargah kıvamına gelir çıkmaz sokak.
Gezi Park, Kuğulu Park ve Saraçhane

Hükümet, Haziran 2013’te yerine AVM dikmek için İstanbul Gezi Parkı’ndaki ağaçları kesmeye kalktığında orada toplaşıveren kalabalığı burada hatırlamadan geçmek olmaz. Üç beş ağacı korumak uğruna aynı yerde toplanan öğrenciler, solcular, işçiler, Müslümanlar, milliyetçiler, Kürtler… Kendilerini çıkmaz sokağın sakinlerine dönüştürecek bir sürece girdiklerini o an bilmemektedirler kuşkusuz. Direnişin zamanını yaratacak olan onların orada durmak konusunda gösterdikleri inat olmuştur. Çadırları yakılsa, ateistle inançlıyı etrafına toplayan yeryüzü sofraları dağıtılsa ve biber gazıyla polis şiddetinin yarattığı dehşet iklimi onları oradan uzaklaşmaya zorlasa da direnmişlerdir. Direnişin ruhunu üfleyense çıkmaz sokağın şiirinden başka bir şey değildir ne de olsa.
Çıkmaz sokak bir kapanımdır, bunu inkar edecek halimiz yok. Ama özgürleşmek, önünde katedilmeye hazır sonsuz bir ufuk açabilmek kendini doğru zaman ve doğru yerde peydah olan bir kapanıma dahil etmekle mümkün olabilir ancak. Zaman ve mekan doğrudur, zira onları yaratan, bir belirsizlik atmosferinde aynı çıkmaz sokağın sakini olarak kalmakta ısrar eden kitlenin tüm yurda üflediği özgürleşme tutkusu ve devrimci enerjidir. Çıkmaz sokak bu enerjinin içinde demlendiği satıhtır.
İstanbul’daki hareketlilik kısa zamanda sıçrar Ankara’ya. Ankaralının yanından geçip gitmeye alışık olduğu Kuğulu Park’ın kuşları bir anda Anka Kuşu’na dönüşür gözlerinde. Çantasını alan gelir, kamp yapar, saatler geçirir kuğuların şarkısını dinleyerek. Kuğulu Park varlık amacını gerçekleştirme fırsatı bulur ilk kez, çıkmaz sokağa dönüşür.
Şimdi eski haline dönmüş bu iki mekana bakan ve 12 sene önceki o büyülü ortamı teneffüs etmiş her kişi, buraların nasıl bir kapanım üretebilmiş olduğunu kendine sormaktan kaçınamaz. Ortada kalmış, her yanı açık, sıradan mekan parçalarıdır bunlar. Onları çıkmaz sokak ya da ana rahmi haline getiren buraları zamanında doldurmuş olan kitlenin ruhsal birliğinden başka bir şey değildir.
Geçtiğimiz haftalarda Saraçhane’deki belediye binasının önünü büyülü bir mekana dönüştüren de dirençli kalabalığın buraya üflediği isyan ruhudur olsa olsa. Sokaklara taşmış olması gereken muhalif enerjinin burada pasifize edildiğinden yakınmış olanlar, onun orada demokratik bir iradeye dönüşmek üzere azar azar demlendiğini görememiştir.
Zira orada hayata geçirilen ve pek çok anlama gelen birlikte durma performansının keskinleştirdiği ortak iradeden başkası değildir, bir süre sonra 2,2 milyonu Maltepe Meydanı’nda toplanmaya sevk eden. Evet, durma bir hareket eksikliğidir, çıkmaz sokağın da bir planlama eksikliği olması gibi. Ama an gelir, duran kitleler üretir muhtaç olunan hareketin yakıtını, enerjisini.
Muktedirin göremediği, kör olduğu şey çıkmaz sokağın büyüsü, üretici potansiyelidir.
2 Responses
Kamil Erdem’in öyküsünde çıkmaz sokak, hayatın hızla aktığı kentte gözden kaçmış, durmaya ve düşünmeye alan açan bir mekândır.
Emrah hocanın bu yazısında ise “çıkmaz sokak” Erdoğan’ın sözlerinden yola çıkılarak, toplumsal muhalefetin bastırıldığı ama yeniden doğmakta olduğu bir “direniş alanı” olarak ele alınıyor.
Edebiyat eleştirisiyle siyasi gündemi iç içe geçirmeye çalıştım, evet. Yazıyı okuyup beğendiysen, bu beni çok mutlu eder. Teşekkür ederim sevgili Ali 🙂